15 Mayıs 2012 Salı


ELALEM NEDER ?
Kabullenmek ve kabullendirmek.
Hepimiz beklentilerimizin kölesiyiz. Karşımızdakinin görüşüne saygı duymak, onu dinlemek ve empati kurmak yerine kendimizin düşüncelerini zorlarız onlara.
Bir çok kişiye kendi hayatları ile ilgili farklı sorular sordum. Aldığım cevaplarda kendileri ile ilgili bir karar göremedim. Onların cevaplarında annesinin babasının düşüncelerini kabullenmiş olduğunu gördüm.
Peki alacağımız karara saygı göstermesi ve desteklemesi gereken, kısacası kabullenmesi gereken onlarken bizim üzerimizdeki kabullendirme çabası ne kadar doğrudur? ‘’Benim oğlum öğretmen olacak ‘’ “Benim kızım doktor olacak”  gibi telkinler ile onların vereceği zararı kabullenmek, onların bize yaptığı saygısızlığa saygı göstermek değimlidir?
Tamam onlar ailemizde, ya ailemiz dışındaki çevremize ne demeli. Mesela “sen şöyle olmalısın böyle davranmalısın buna bakmalısın şuna bakmamalısın” gibi telkinler insanların kişilik ve karakterlerine saldırı olabilir.
Nasıl mı? Söyle anlatayım.
 Karakteristik ve kişilik olarak hareketli, lider ruhlu, canlı birine yapacağınız telkinler ölçülü olmalıdır. Aksi taktir de kişilik oturması değişsede karakter (mizaç)değişmez.Bu durumda davranışlarımız ve karakteristik özelliklerimiz arasında çatışma oluşur. Ki   bu ruhi olarak kişilik bozukluklarına, hatta psikolojik problemlere sebebiyet verebilir . Sosyal olarak ise toplumda yer bulamama, içe kapanıklılık, ifadede ve toplum ilişkilerinde güçlük çekmek gibi problemler meydana getirebilir.
 Aslında işin en vahim olan kısmı ise bundan sonraki süreçtir ki kişilikten ve karakteristik özelliklere doymayan bireydeki çırpınmalar ve çevresindekilere zarar verme eğilimler doğar.
Peki çözüm ?
Öncelikle su iyi bilinmelidir, karakteristik özellikler değişmez ve  kişilik belli bir evrenden sonra oluşmaz. Sadece kontrol altında alınabilir ve kabullendirmek yerine duruma vakıf olarak yardımcı olunabilir. Yani bir şeyi kabullendirmek yerine, o konuda kendi isteklerine saygılı olarak yön ve görüş sunarak çözüm sağlamak her birey için daha verimli olacaktır.
Saygılarımla…
15.05.2012

18 Mart 2012 Pazar

KİŞİLİK VE KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLER

KİŞİLİK VE KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLER
İnsanın davranışları iki kısımda ele alınır:
1-    Mizaç
2-    Kişilik

·        Mizaç : insanın bütününü oluşturan özelliktir. Doğuştan gelir. Buda insanın davranışının  %50 ni etkilemektedir.
·        Kişilik ve karakteristik özellikler ise aile, okul, yurt, arkadaş çevresi ve çok kısa bile olsa yaşadığı bir olayın etkisi ile şekillenen davranış biçimidir.
·        Kişilikte model alma çok önemlidir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta “taklit” in olmamasıdır. Mesela yeni baba olan biri modelleme yarine taklide giderse yanlış sonuçlara sebebiyet vermiş olur.
·        Öncelikli olarak mizaç ve kişiliğin çatışmaması şarttır. Ki ileride ciddi problemlerin oluşmaması açısından.
·        Psikoloji, kişiliğin sabit olmadığını söyler. Kişilik modelleme ile olur. Yanlış modellemeler çatışmalara götürür.
·        Kişilik ve karakteristik özellikleri, kişinin kendisi bulmalıdır. Buda fikir ve görüşlerle netleşir. Burada özgüven ve cesaret önemli yer teşkil etmektedir.
·          Bir bireye kişilik vermek yerine kişiliğinin bulunmasında yardımcı olunmalıdır.
·        Kalıp oluşturmak yerine kendi kalıbını bulması sağlanmalıdır. Buda iyi tanıyarak, görüş ve fikirlerine (samimi olarak) danışmakla mümkündür.
·        Mesela ; Mizacı itibari ile hareketli, şen şakrak bir bireye “Sen ağırbaşlı, ciddi olmalısın” şeklindeki telkinler kişiliği ve mizacını karşı karşıya getirir. Çatışan mizaç ve kişilik ileride, ciddi sıkıntılar meydana getirir.
·        Uygun olmayan durumlarda kişiliğe değilde davranışlara yapılan telkinler faydalı olacaktır. Bu bağlamda davranışa yapılan telkin kişiliğe saldırı olmayacaktır.

10 Mart 2012 Cumartesi

ANI YAŞA
Hep, bir şeylerin peşinde koşmak. Kimi hırs, kimisi tutku. Ama sonuç hep yorgunluk. Mal, mülk, makam ve hatta aşk. Bunlar geçekten yorulmaya ve tutkuyla bağlanmaya değermi?
***
Yani sabah yataktan kalkıp, pencereden oksijenle ciğeri doldurarak  dışarıyı seyrederken, yapmak zorunda olduğumuz şeyleri düşünmek yerine, sadece o ana odaklanmak mümkün değimli?
Düşünün bir kere ;  gününüzde plan, program, yetişmek zorunda olduğumuz  hiçbir şey yok.
Aldığınız nefesin size verdiği yaşama hazzını hissederek içtiğin suyun zevkini almak, yediğin ekmeğin tadına varmak.
Sohbet ederken öylesine can sıkmayan muhabbetler ederek kahkahalar atmak, her yatağa girdiğinde uykunun derin sessizliğine damanın heyecanını yaşayarak, rüyasız bir uyku çekmek ne güzel olurdu.
Bu düşünceler bile ulaşmak istediğimiz, İSTEK DEMET’ leri.
***
Nasıl bir dünyaki hep bir şeylererin arkasından koşturuyor. Atılan kahkahaların, hıçkırarak ağlarken gözyaşlarının sayılamadığı, bir şeyler istemeden, beklemeden karşılıksız iyiliklerin olduğu, aynı anda neşelenip, aynı anda hüzünlenildiği, “Merhaba, nasılsın, günaydın, iyi akşamlar” gibi sözleri hiç bir şey düşünmeden, sadece anın yaşandığı bir dünya istemek,  hırsımdanmıdır?
Anı yaşamak şu an olduğu gibi.                                                       
Saygılar...                                                                                                            10.03.2012

  

4 Mart 2012 Pazar

DÜŞÜNCE

KÜLTÜR ve DİN
İlk insanın yaradılışından günümüze kadar süregelen zamanda farklı yaşam tarzları ve sosyal çevrelerin zıtlıları kültür, örf ve adetler oluşmuştur. Kültürün  şekillenmesindeki en önemlisi  dindir (İnanç).
Peki Din ve Kültürün ideolojik açıdan çarpıştığı yerler, nedenler ve sonucunu değerlendirirsek.
Yani inandığımıza göre mi, yaşıyoruz? Yoksa yaşadığımıza göre mi inanıyoruz?
Önce din ve kültürü bilimsel tanıyalım.
DİN :İnsanın, kaderine bağlı gördüğü üstün bir güç veya ilkeye inancı, bu inancın sonucu olan ve bir yaşama kuralı yaratabilecek zihni ve ahlaki tutum.
KÜLTÜR :Bir ulus ve topluluğunun tarih boyunca geçirdiği yaşantılar sonucunda maddi ve manevi birikim demektir. (Toplum içi yaşam biçimi).
Kültür;  dili, dini, sosyal yaşantıyı, bilgiyi, görgü kurallarını,manevi değerlerini içine alır. Kültür, insanların tarihi ve toplumsal süreci içerisinde meydana getirdikleri ve sonra kendilerinden sonraki insanlara aktardıkları maddi ve manevi öğelerdir. Kültür öğeleri zamana ve şartlara göre gelişir ve değişiklik gösterebilir.
Dinin toplum ve hayatındaki özellikle yapıcı ve birleştirici işlevi kültürel açıdan önemlidir.
Bu bağlamda, toplumsal yapıdaki hızlı değişme sürecinde öz  değerleri koruyarak birlik ve beraberliğin sağlanmasında dinin etkisi büyük olmuştur. Kültürel yapılanmada din öne çıkmıştır.
Fakat bu süreç sektelere uğramış, toplumda kültürel açıdan ayrımlar olmuştur. Kimisi inancı doğrultusunda tutucu, kimisi bidat ve hurafeler ile bağnazca kültürleri  sahiplenmiştir. Kimisi ise inançlarındaki zafiyetten dolayı farklı arayışlara gitmişlerdir.
% 99’u Müslüman olan Türkiye’mizde Kültürel açıdan dinin öne çıktığını görüyoruz. Millet olarak onca yaşananlara rağmen, kültürümüzdeki dini motifleri törpülense de İslam’ın yeri çok büyüktür. 
Tabi bu kültürel farklılık kültürel açıdan zenginlik getirmenin yanında boşluk ve farklı arayışlara götürmektedir. Ki burada kültürümüze sahip olamamanın ezikliği tarihteki yerini almış olur.
Din üzerinde fazla durmamamın sebebi,  kültürümüzü araştırmak ve onun farklılıklarını göz önüne alarak dini de anlayacağımızı düşündüğümdendir.
Sizi “Ne kültürümüzü yabancılaştıralım, Nede kültürümüze yabancı kalalım.”  ilkesinde olmaya davet ediyorum.
Saygılarımla                                                                                                          04.02.2012

    

29 Şubat 2012 Çarşamba

NORMAL - ANORMAL

NORMAL  - ANORMAL
3 gündür düşünüyorum ve analiz etmeye çalışıyorum. “Normal” veya “Anormal” olmak beni çok meşgul etti. Sebebi “anarşist olmak mı?”, “takıntılı olmak mı?” bilemedim.
Gerçekten “Normal ve Anormal” olmanın bir ölçüsü varmı?
Şimdiden bu göreceli  bir kavram dediğinizi işitmiyorum ama içinizden öyle geçmesini temenni ediyorum. Peki birde şöyle sorayım.
Siz normalmisiniz?
***
Bu soruyu en az 30 kişi ile tartıştım. Bunlardan biri hariç (o da ben) “Normalim” dedi. İşin trajikomik olan kısmı, bir net cevap verememeleri. Sonuç olarak hemfikir şu kanıya vardık “İnsanın kendine özgü normallikleri başkaları tarafında anormal olabilir”.
Aynı soruya benim cevabım şu oldu. “Ben kendi kusur ve noksanlarımı yani çevrem tarafımda anormal olan yanlarımı biliyor ve kabul ediyorum. Yani anormalliği kabul ederek, o normalim diyenlere göre normal olmuş oluyorum.” İşte bu son cümlem bile ne kadar Anormal olduğumu gösteriyor. J
Bu teorim ile ilgili uç bir örnek vereyim:
Birine aslan demek ‘cesur, vakur, lider vs.’ anlamlarını taşıyarak verildiği sanılır. Halbuki ‘ tam bir Faşist, hazıra konan, kendi istekleri dışında bir şeye saygı duymayan, despot ve asla evcilleştirilemeyen’ anlamı taşımaktadır.
Ama eşek demek ‘Emekçi, çalışkan, rızkını alın terinden çıkaran, ihtiyaç gören’ anlamına gelebilir. Bana katılmayabilir “Bu ne yaa?” diye alay edebilirsiniz. Buda sizin “Normal” liğinizi gösterir.
***
Aslında bırakalım “bu normaldi – bu anormaldi” demeyi. İnsanı olduğu gibi kabul ederek saygı duyalım. Bir kalıp aramak yerine kendi kalıbımızı kendimiz bulalım.
Yani ben gerçekten ANORMAL im.
Ya siz?
Saygılarımla…                                                                                                                   29.02.2012

26 Şubat 2012 Pazar

AHMET HAKAN

Hiçbir bağlamı olmayan soru önergelerim
Cint Eastwood bu enerjiyi nereden buluyor? Menekşe sular neden artık çanılmıyor? Otomobil Osman ne oldu ve daha da önemlisi Nimet baş ismine nasıl alışacağız?
* Şamil Tayyar adlı milletvekili, biriyle tartışırken neden tartışma konusuyla ilgili olmayan hususları gündeme getirmeye bu denli meraklı? Ve neden bel altına kolayca inebiliyor?
* İbrahim Tatlıses’in oğlu İdo cazcı olmaya karar vermiş. İdo’nun tutması demek, Tatlıses olgusuna maruz kalmaya devam etmemiz anlamına mı geliyor?
* Huber Köşkü’nün 'Köşk’te çekilen fotoğrafları medyaya sunma' diye bir birimi var mı? Varsa bu birimin başında kim var?
* Hem sonuna kadar AK Partili, hem de sonuna kadar 'cemaatçi' olan bir vatandaşımız, son krizde hangisinden yana olmuştur acaba?
* Peki ya hem Fenerbahçeli, hem AK Partili ve de hem de cemaat mensubu olan bir vatandaşımızın durumu? Bu vatandaşımız bugünlerde kendisini fazlasıyla şirazesinden kopuk hissediyor mudur acaba?
* Hakan Şükür adlı milletvekili, bunca tartışmaya, bunca itiraza, bunca gürültüye rağmen ve üstelik de hiç ihtiyacı yokken neden ille de televizyonda yorumculuk yapacağım diye tutturuyor? Ve neden 'Beyefendi'den aldığı onayı, bir argüman olarak sunuyor?
ATACILAR VE FERDİCİLER
* Milli Eğitim Bakanlığı’nın 12 yıllık zorunlu eğitime geçiş projesini neden hükümet değil de AK Parti hazırlıyor? Neden Milli Eğitim Bakanı değil de AK Parti Grup Başkan Vekili kamuoyuna açıklıyor?
* Ferdi Tayfur “Senaryomu çaldılar” diye neden yırtınıyor. Ata Demirer, neden mahkemeye vermek yerine Ferdi Tayfur’un gönlünü almıyor? Neden durup dururken biz 'Atacılar' ve 'Ferdiciler' diye bölünüyoruz?
* Kendisini 'Çubukçu' soyadıyla tanıdığımız Nimet Çubukçu, neden boşanınca soyadını değiştirdi? Biz şimdi 'Nimet Baş' ismine nasıl alışacağız?
* 'Tarkan’ın baldızı' diye takdim edilen bir şahıs vardı. Ne oldu ona?
* Peki ya 'Otomobil Osman'? Ya da 'Akmerkez Hülya'? Ya da şöyle sorayım: Neden artık magazin medyasında lakaplarıyla anılan yiğitler çıkmıyor? Neden bir 'İstinyepark Ebru' hala çıkmadı?
* Adnan Oktar’ın televizyon programında pop müzik eşliğinde koltuk üzerinde inceden dansı, neden İslami açıdan tartışmalara yol açmıyor? Neden 'Caiz midir' bahsinin üzerine gidilmiyor?
JET FADIL'IN YILDIZLARI
* Neden Safiye Ayla gündem dışı? Neden 'Menekşelendi Sular' şarkısı artık hiçbir yerde çalınmıyor?
* Ünlü işadamı Ali Ağaoğlu parayı bastırıp satın aldığı ya da yakınlarına hediye ettiği pahalı otomobilleriyle ilgili sayısız haberi gazetelerde gördüğü zaman ne hissediyordur? Kendisiyle gurur duyuyor mudur acaba?
* Biz daha eskisini seyretmeye vakit bulamamışken yeni filmini piyasaya süren Clint Eastwood bu yaşta bu enerjiyi nereden buluyor? Bu kadar kısa aralıklarla bu kadar çok filmi nasıl oluyor da çekebiliyor?
* Jet Fadıl, yaptığı yeni projenin '7 yıldız'ının hükümet tarafından '5 yıldız'a düşürülmesini nasıl değerlendiriliyordur acaba? 28 Şubat’ta olduğu gibi “İnananların önü kesiliyor” diyor mudur mesela?
* Can Bonomo’dan söz edilirken herkesin 'sempatik' kelimesini kullanması, bir görüş birliğine mi işaret ediyor, yoksa yaratıcılık eksikliğine mi?

25 Şubat 2012 Cumartesi

BİR SORUN

BİR SORUN
Hiç biri konuşurken sıkıldığınızı  hissediniz mi?
Peki neden? O kişiye karşı bir önyargınız olduğu için mi? Yoksa o kon hakkında başka şeyler mi biliyorsunuz?
Aslında tek sorun dinlemek yerine dinlenmeyi seviyoruz. Bu hep böyle olmuştur. Hani küçük çocuklar, büyüklerine hep soru sorarlar ya. Büyüklerde o ısrarlara kızarlar. İşte sorun buradan geliyor. Haaa aynısı o büyüklere de küçükken yapılmıştı ve bu iş silsile yoluyla devam ede geldi.
***
Peki sonuçları neler oldu?
Pasif, meramını ifadede zorlanan, kendine güvenini yitirmiş, içe kapanık, devamlı destekle ayakta duran, dayanakları gidince dımdızlak ortada kala kalan genç ama boş dimağlar. Daha bitmedi, büyüklerin hiç memnun olmaması ve tenkitlerle de cabası.
Bu bağlamda, kendi varlığının ispatı için hata yapma potansiyeli yüksek, asi, asabi, saldırgan (burada tartışılacak noktalar var)  bir nesil. Ve o  büyükler düşünür “Acaba biz nerede yanlış yaptık?”
***
Baba ve oğlu bahçede otururlarken bir serçe gilir konar ağaca, babası sorar.
-Bu ne? Oğlu
-Serçe baba. Sonra bir serçe daha gelir, babası;
-Bu ne? Oğlunun sesinde bu sefer biraz kızgınlık belirtileri.
-Serçe baba serçe. Babasın sorusu bir daha tekrar edince oğlu babasına sesini yükselterek.
-Yeter be serçe diyorum yaa neden anlamıyorsun?
Babası üzgün bir şekilde cebinden çıkardığı küçük bir not defterinin bir sayfasını açıp oğlunun okumasın ister. İçinde şu yazmaktadır;
“Henüz 3 yaşına girmiş olan oğlumla parka gitmiştik. Bir kuş gördü “Bu ne?” dedi. Ben “Serçe” diye cevap verdim. Bu hadise 32 kere tekrar etti. Her defasında ona aynı cevabı verdim hiç sıkılmadan”
***
Yani zaman insanın tahammülsüz ve tek doğrucu olmasının başlıca sebebi  bu. Neden yeni nesiller için daha hassa olmayalım. Hem de şimdi başlayalım buna.
Vakit çok geç olmadan.
Saygılarımla…                                                                                                                          25.02.2012

DAYANMA GÜCÜ

DAYANMA GÜCÜ
Her şeye tahammül etmek zorundayız. Mümkün olduğu kadar çok tahammül göstermeli ve dayanmalıyız.
Neden peki?
Çünkü bu yaşadığımız dünya mücadele dengelerinin değiştiği ve daha ağırlaştığı bir ortam. Yaşamaya, ayakta kalmaya, kariyer yapmaya, zamanı son zerresine kadar kullanmaya, çıkar için yapılan kötü fikirlere karşı koymaya ve benim için en önemli olan tarih yazmaya.
***
Peki bunlarla mücadele etmez ve dayanmak yerine başarısızlığı, basitliği  kabullenirsek?
Hiç sorun değil böyle çok insan var. Ha bir eksik bir fazla. Ama unutma sen bunlar için gelmedin dünya, sen böyle basit olamaz, böyle sınırlı kalamazsın.
Şimdi sizin kafanızı yok senin şöyle ecdadın vardı, yık senin için kötülük pilanı yapan şöyle düşmanlar var demeyeceğim.
***
Sadece iyi düşün bu dünyada bazı insanlar bir şeyler yapıyorlar ve adlarını tarihe yazdırıyorlar.
Sen neden onlardan biri olmayasın.
Karar senin…
Saygılarımla...                                                                                                                  25.02.2012


24 Şubat 2012 Cuma

ENGİN ARDIÇ
ENGİN ARDIÇ 
Önder, bana bir at getir!
Çok kişinin içine baygınlık geldi ama kendimizi alamıyoruz, insan sevdiği komedi filmini tekrar tekrar seyreder. Ne yani, siz Kemal Sunal'ı döne döne izlemiyor musunuz?
Konu mu? Kurultay tabii.
Ortalık karmakarışık gibi görünüyor, aslında herşey çok basit: CHP içi muhalefet (Deniz Baykal ve Önder Sav takımı), "acaba Kılıçdaroğlu'nu devirebilir miyiz" arayışına girdi, kullanmak istedikleri "kurultay silahı" ters tepti... Tüzük değişikliği ister görünüyorlar ama "bu tüzüğü siz yapmamış mıydınız" sorusuna yanıt veremiyorlar.
Şimdi, kendi istedikleri kurultaya gene kendileri katılmayacaklarmış, kazanamayacaklarını anlayınca...
Peki onun yerine ne yapacaklarmış?
Anıtkabir'e gidip Kılıçdaroğlu'nu Atatürk'e şikâyet edeceklermiş!
Bildiğiniz gibi Atatürk her gece yattığı yerden kalkar, o gün ziyaret defterine yazılanları dikkatle okur. (Okumuyorsa niçin yazıyorlar?)
Gerekli gördüğü durumlarda ziyaretçilerle konuşur da...
12 Mart döneminde ünlü bir fıkra vardı, kulaktan kulağa dolaşan, fısıltı gazetesinin yazdığı... İnönü bir gün Anıtkabir'e onu ziyarete gittiğinde "İsmet, bana bir at getir" demiş, İnönü de dönemin çok ünlü bir ismini yanına alıp tekrar gittiğinde, "İsmet" demiş, "ben sana at getir dedim, öküz getir demedim!"
Şimdi de ister misiniz, hoş beşten sonra, bu sefer de "Önder" desin, "bana bir başkan adayı getir ama kaseti maseti olmasın."
Ayıptır yahu, ayıptır.
Deniz Baykal 74, Önder Sav 75 yaşında...
Bu oyunu, Internet sitelerinde on beş yaşındaki çocuk oynamaz.
Sizi ciddiye alan amigo basın ne diyeceğini şaşırmış durumda. Hanginizi tutsun, bilemiyor...
Kendi yarattığı Kılıçdaroğlu için "bunda da iş yokmuş" diye satır aralarında pişmanlık belirtiyor ama henüz Mustafa Sarıgül'ü çok da açıktan destekleyemiyor... (Bunun için belediye seçiminde Gürsel Tekin'in iyice madara olmasını mı bekliyor?)
Ne hakkınız var, kurultaylarda ayakkabılarını çıkarıp iskemle üstünde göbek atan basın soytarılarını bu sefer bu zevkten mahrum etmeye? Ne hakkınız var, okunmayan gazetelerin sayfalarını çarşaf çarşaf işgal etmeye?
Benim bu yerimi doldurmaya ne hakkınız var demiyorum, çünkü mumla arasam böyle eğlenceli konu bulmamam. Allah bereket versin.
Tamam da, Atatürk'ün "parti içi hizip kavgalarında taraf tuttuğunu" size kim söyledi?
Haaa, hani 1937 yılında İnönü'yü yürütüp Bayar'ı başbakan yapmıştı, oradan mülhem herhalde...
Peki, bakalım bu sefer, Fethi Bey'e dediği gibi "sen ayrıl, başka bir parti kur" da der mi acaba?
Aaah ah, Atatürk sağ olsaydı da 131 yaşına girmiş bulunsaydı... Bütün bunlara hiç gerek kalmayacaktı... Değil mi efendim?
Kurultaydan sonra hemen bir kamuoyu araştırması daha yapılsın, bakalım CHP'nin oyu yüzde 19'dan bu sefer yüzde kaça düşecek?

23 Şubat 2012 Perşembe

HAYAL

HAYAL
Alışkanlıklarımız vardır insan olarak.
Kendimizce, hayatımızı ve günlük yaşantımızı kolaylaştırdığını düşündüğümüz olağan alışkanlıklar. Buda bizi biz olmaktan, bizi dünkü biz olmaktan bir adım ileri götürmeyen, bizi pasifize eden durumlar olarak karşımıza çıkıyor.
 Ünlü bir düşünüre "Başarının sırrı ne?" diye soranlara. "Ben ben dehe ilk okulda iken arkadaşlarımın anneleri onalara "Bu gün öğretmenin sana ne sordu?" diye sorarlardı. Benim annemse bana "Bu gün öğretmenine ne sordun?" diye sorardı." diye cevap verirmiş.
***
Peki size sorulan sorular neydi? Benim için alışılmışın dışına çıkıp, düşüncelerini ötesine ulaştırmak adına iyi bir misaldir bu.
Bence en başta kendimize sormalıyız. "Ben kimim?" "Ne yapmak istiyorum?" "Neredeyim, Ne olamlıyım?"
Hani hedef belirleme diye bir şey var ya işte herşeyin özü bu.
"Çevrenizde göreceğiniz saygı ve itibar kendinize göztereceğiniz özen kadardır."
***
Kendinize özenin ve geliştirin ki o işe yaramayan, sizi kısıtlayan ve sizi esir alan alışkanlıklarnızdan kurulun. Mesela şunada gözünüzü kapatın ve olamak istediğiniz yeri hayal edin. (Sadece 5 dakika) Sonra gözünüzü açın ve o hayaliniz için ufacık bile olsun bir şey yapın.
Mesela bir tatilmi hayal ettiniz? Nereye gideceğinizi masraflarını araştırın ve para bulamnın çarelerini düşünün.
Mesela bir kariyer mi  hayal ettiniz? Onun adına araştırma yapın.
***
Her insanın hayali olamlı. Aslında hayallerde yeterli değildir. Harekete geçmelidir hayaller uğruna.
Hadi kalkın hayaliniz için bir şey yapın. Azıcık bile olsa yapın.
Ben şu an yapmış oldum mesela.   :)
Saygılarımla...                                                                                                                 23.02.2012

22 Şubat 2012 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK

ÖZGÜRLÜK
Anlamıyorum bu "özgürlük" kelimesini. Lastik gibi herkes istefiği yere dündürüyor. neyin özgürlük olup neyin olmadığını anlayamıyorum.
Özgür eğitimde kıyafetteki özgürlük ne?
Nesil yetiştirmrdeki özgürlük ne?
Düşünceyi ifadede özgürlük ne?
Hakkına, hukukuna sahip çıkamak adına her türlü çabayı sarf etmekmi? Yoksa Başkalırın Hakkını saygılı olarak yaşamakmı?
***
Akşam Gazetesi yazarı Tuğçe TATARİ bugünkü yazısında (http://www.aksam.com.tr/evlenmeden-cocuk-yapmak...-5612y.html) özgürlükten bahsederken, Tuğçe KAZAZ' ın aşkı için dinini değiştirdiğini ve bu davranışından, ailesini ve çevresini dahi bu özgür kararından dolayı karşısına almasında duyduğu saygıyı kaleme alıp, saonra Tuğçe KAZAZ' ın boşandıktan sonra geri adım attıığındı açıklamasının ardından, dah önce verdiği bütün puanları geri çektiğini ve gözünden düştüğünüsöyleyerek özgürlük destanları yazdığını sanması beni biraz buruk bir gülümsemeye sevk etti.(Böyle çelişki olmaz dedim)
***
Tuğçe TATARİ gibi düşünenlere soruyorum "Sizin başka işiniz yokmu?"
Bırakın özgürlük savunuculuğu taklidi yapmayı. bırakınki millet özgürlüğünü kandi bulsun ve tadini çıkarsın.
Saygılarımla...                                                                                                     22.02.2012
 

21 Şubat 2012 Salı

MUASIR MEDENİYET GENÇLİĞİ

MUHASIR MEDENİYET GENÇLİĞİ
"Muasır medeniyetler seviyesi"
Bu sözü çocukluğumdan aklımda kalmış. Ne anlama geldiğini bilmediğim ama inanın bu esrarlı, söyelenmesi o zaman için zor, akla gelmesi zaman alan bu sözü çok merak ettim.
Bir çok kişiyede sordum. Hiç net bir cevap alamadım.
***
Taki babamın izlediği bir konferans sırasında konuşmacı bir Profesör'e "Muasır Medeniyetten kastınız nedir? Yoksa  Avrupa Medeniyeti mi?" diye sorduğunu konuşmacınında cevap veremediğini öğrendim.
***
Demekki şimdinin "Özgür, Çağdaş, Dindar" gençlik muamması gibi bir şey.
Yani at ortaya bir laf ne anlama geldiğinden ziyade çok önemliymiş gibi göster yeter.
Düşünsün dursunlar gibi bir şey.
***
Ya bırakın bunları. Önce kendi ayakları üzerinde durabilen, özgürlüğüne, çağdaşlığına ve dindarlığına kendi karar veren bir nesilin alt yapısı hazırlamak için uğraşın.
Saygılarımla.                                                                                                           21.02.2012

20 Şubat 2012 Pazartesi

ZEVK MESELESİ

ZEVK MESELESİ
Kimine göre "zevk" boğazda kahve eşliğinde kahvaltı yapmak, kimine göre Konyada Mevlana nın huzurunda mesnevinin senfonisi ile sonsuz manevi hazz aramak, kimine göre Fethiyede kordonda birkaç dostla sohbet havasında çay ve tostun dansına alkış tutmak, kimine göre doğalı çok olmuş ve evreni ısıtmaya can atan güneşe inat öğleye kadar uykunun dibine vurmak.
***
Yani herkesin anlayışına, düşüncesine ve ideolojisine göre farklıdır.
Öyle ki kiminin zevk aldıkları diğerine saçma gelebilir.
bu bağlamda şunu demek de uygun olabilir; Başkalarının özgürlüklerine ve haklarına saygılı olarak ve tecavüz etmeden vakit ayırmaktan geri kalmadığımız haz duygusudur "ZEVK".
***

Peki bu tarife göre etik olamayan davranışlar yokmu?
Tabiki var...
Mesela muhalefet olmaktan zevk alanlar muhalet olmak adına her şeyin mübah olduğu kanısına varabiliyorlar.
Veya kendi düşünceleri adına özgürlük teorileri üretip başka zihniyettekeilerin özgürlüklerini gözetmeden tecavüz edebiliyorlar.
*** 
Her İnsan kavramını biraz olsun kendinde bulanlara sesleniyorum...
"Bırakalım artık anlık "zevklerimiz adına insanlığa zarar vermeyi..."
Saygılarımla...                                                                                                              20.02.2012

19 Şubat 2012 Pazar

                                                                                     A.Kemal PINAR – 07.02.2012
DİN-AHLAK
Bence ahlak genel bir olgudur.
İnsanın özün de ve DNA sın bulunan ahlak olgusu din ve kültürlerle sınırlandırılamaz.
Peki ahlak ve din hangi noktada birleşir?
Din ahlakı korumak ve insanlara uygulama kolaylığı sağlayan ve kabullendirmeyi sağlar.
Örneğin; içki içmek ahlaksızlık değildir. Ama içki içen kimse kendini kaybederek ahlaksızlık yapma ihtimali sağlar. İşte burada devreye din girer. Şöyle ki dindar bir kimse içkinin yasak olmasından dolayı içkinin haram olduğunu anlar ve içkiden uzaklaşır ve ahlaksızlıktan uzaklaşmış olur.
Yine namaz kılmak ahlaksızlıkmıdır?
Tabi ki  hayır!
Ama namaza duyulan saygı yaratana duyulan değerden gelir, o halde bu zihniyetteki birey yaratana duyduğu değer duygusu onu dikkatli olmaya iter.
***
Tabi akla şu gelebilir; “Öyle insanlar var ki dindar görünüp birçok ahlaksızlık yapıyor.”     
İşte buradaki ince ayrıntı şudur; Din önerir, telkin eder, uyarır. Fakat uyup uymamak kişiseldir.
Bu bağlamda bu kişinin ahlaksızlıkları dine değil kişiye maal edilmelidir.
Nitekim dindar olmayıp ahlaklı olan veya ahlaksız olanlarda vardır. Buda ortaya din ve ahlak olularının birbirlerine baskın gelme gibi bir çabanın oluşmasının saçma olacağını gösterir.